Sunday, August 07, 2011

Tampon Emek, Kelepir Ütopya ve Kung Fu

Geridönüşüm için kağıt malzemenin hergün toparlandığı ve gemilere yüklendiği, küçük eski bir endüstriyel yerleşim olan Chai Wan yani Hong Kong adasının doğusundaki semtdeyim. Yıllardır Hong Kong ve Shenzen kentlerinin kapitalist dönüşümü ve emek sömürüsü üzerine araştırma yapan iki sanatçı arkadaşım MAP Office’in 19. Katından aşağıya doğru bakıyorum. Küçük balıkçı tekneleri ile birlikte hergün hareket eden kullanılmış kağıt ve karton yüklü gemilerin arkasından karşı karada bulutlarda kaybolmuş yükseklikteki mantar gibi türeyen lüks uzun konut yapılarını görüyorum. 2008’de 5,335 çocuğun ölümü ile sonuçlanan Sichuan depreminden sonra “Tofu-construction” (tofu yapıları) adını verdiği kalitesiz inşa ve (ilişkili) yolsuzluk ile ilgili olarak Çin hükümetini sürekli eleştiren, ve bunun üzerine devlet tarafından atölyesi yıkılan dünyaca ünlü sanatçı Ai Wei Wei Beijing’den Hong Kong’a gelirken, 4 Nisan tarihinde havalanında açıklamasız gözaltına alındı. Sanatçı Ai Wei Wei, geçen yüzyılda Çin’in bilinen sürgün şairlerinden olan babası gibi neredeyse aynı kaderi paylaşarak devlet totalitarizmi ile çok kere yüzleşti. Hong Kong’a vardığımda, anakara Çin’deki kentlere göre daha liberal olan bu kentdeki sanatçı kolektifi “sanat vatandaşı” (Art Citizen), sanatçının haftalardır gözaltına alınmasını eleştiren üçüncü kamusal eylemlerini organize ediyorlardı. Hong Kong eski bir ingiliz sömürgesi olarak her nekadar özgür ifadeye açık olsa da bir yandan Çin’de uluslararası küresel pazarın merkezi. Vizesiz girişi olan bu kentden Çin’e geçebilmek, Shenzhen veya Guangzhou’ya gidebilmek için vize almak gerekiyor. Bir göçmen ve sınır kenti olarak Shenzen ucuz emeğin ve sömürünün tampon mekanı olarak var olurken, eski varlıklı bir kent olan Guangzhou ise Hong Kong ile yarışırcasına Opera binasını ünlü mimar Zaha Hadid’e yaptırmış.

1970’lerde Norman Foster tarafından tasarlanan Hong Kong kent merkezinin ana gökdelenlerinden biri olan HSBC binası, banka olarak işlev görse de pazar günleri, kolonlarının altında yüzlerce Filipinli domestik kadın çalışanının buluştuğu “iliştirilmiş gayri-ihtiyari bir kamusal alan”. Hong Kong hükümetinin özel uyguladığı kanun ile Filipinli domestik işçiler, işverenleri ile aylık en fazla 300 dolar maaş + oda anlaşması yapabiliyorlar. Bu ucuz emek işçileri pazar günleri HSBC binasının altında buluşup piknik, manikür/pedikür yapıyorlar, internetde beraber beyaz dizi seyrediyorlar ve belki olası sevgililerine email yazıyorlar. Bu yarı açık kamusal alan HSBC binasının kimliğinin bir parçası haline gelmiş; Foster’ın dergilerde memnunlukla bahsettiği 90’lardan sonra ortaya çıkmış alternatif kamusal kullanım, kent araştırmacıları içinde ekzotik bir malzeme. En yüksek tüketici sınıfa ve turistlere hizmet veren kentin merkezinde yer alan Chanel, Prada gibi mağazaların önünde Filipinli emekçilerin kendi aralarında düzenledikleri güzellik yarışmasını izliyorum. Daha sonra birkaç sokak öteye, Soho’ya doğru yürüyerek Mao’nun ideolojik amaçlarına dair konuşmalarını içeren kırmızı küçük kitabını ve birkaç eski çağ Çin görselleri içeren kartları pazarlık ederek ucuza kapatıyorum. Hızlıca 1980’lerde Hong Kong’un kent kimliği ile özdeşleşmiş Suzie Wong’un yıllarca profesyonel pratiğini sürdürdüğü otelin yanından hızlıca geçiyorum. Her nekadar Kung-Fu kültürü ve filmlerine gizli bağımlılığımı saklamaya çalışsam ve Peter Chan’ın yönettiği son filmi gözlerim arasa da; sokakta satılan Bruce Lee tişortunu buluyor ve hiç kimsenin anadili olmadığı uluslararası kırık ingilizcenin konuşulduğu HK üniversitesi coğrafya bölümünün düzenlediği “Kentsel Ütopyalar” toplantısına katılıyorum. Lefebvre, Harvey’in argümanları ve küresel neoliberalism altında dönüşen kentsel durumları tartışmak amacı ile Asyalı araştırmacıların biraraya geldiği bu toplantıya girdiğimde; soyadımdan dolayı beni bu zamana kadar Çinli sanan coğrafya bölümü ve atölye katılımcıları şaşkınlıkla bana bakıyor.

Atölyenin Ütopya başlığını unutmuş olduğumu hatırlayarak, eleştirel bir ütopya tanımı geliştirilmeye çalışıldığı ve yine de romantik bir yaklaşım ile ele alınmaya çalışılan kentsel ütopyayı tartışmak benim için bir an anlamsızlaşıyor. Çinli ve Japon eleştirel coğrafyacıların, Batılılara göre daha sorgulayıcı ve eleştirel tartışmaları enerjimi yerine getiriyor. Çin gerçekliği ve neoliberalism ilişkisi görece diğer ülkelere göre farklı fakat aynı zamanda tüm küresel neoliberalism etkisinin güçlü bir parçası. Kırsal bölgelerdeki yatırımcıların 1997’lı yıllarda iflas etmesi ile birlikte güney kıyı bölgelerdeki kentleri dış pazara açan hükümet, kendi iç yatırımcı borçları ile başedebilmek için kentlerdeki fiziksel altyapı inşasına odaklandı. David Harvey, Çin’in bu sorun ile; inşa, büyük megakent projeleri ve yüksek teknolojik ulaşım yapılanmasına transfer ederek başetmeye çalıştığını belirtir. Hümkümetin totaliter yapısının bildiğimiz neoliberal ekonomik yapı ile birleşiminin örneği olan Çin, Harvey’e göre, küresel neoliberal pazardaki yerini ilginç ve etkili kılıyor: Tüm sınıf güçlerini birleştiren otoriter yönetim, istendiği gibi serbestçe dönüştürülen neo-liberal özelleştirme ve bir tür karmaşık Keynesçi bütçe açığı ile desteklenen altyapı projeleri. Pearl River Delta bölgesi yani, Hong Kong kuzey sınırı Shenzhen (tampon sınır kenti) ve Guangzhou’ya kadar uzanan kıyı su deltası son on senedir hızlı bir altyapı (kentleşme + ulaşım) süreci geçirdi. Kırsaldan kente dönüşüm hızından (yeni kentlerin arasında kalan köyler) dolayı; hem emek/işgücü hem de fiziksel anlamda ortaya çıkan sorunlar, kırsalda yaşayan halkı zayıflatmış durumda: Yeniden kentleşme ile gittikçe değerlenen arazi mülkiyeti ve gittikçe ucuzlaşan, esnekleşen emek gücü.

Bu dönüşümü, şu an bir kasırga gibi ilerleyen, genelde kültür merkezi odaklı mega kent projelerinde, ulaşım projelerinde ve de sanat pazarının güçlü batılı yatırımcı/koleksiyonerler aracılığı ile son iki senedir Hong Kong üzerine iyice odaklanması üzerinden ile çıplak/net bir şekilde okuyabiliriz. Kavramsal ve pratik olarak yeni eleştirel coğrafya tahayyülümüzde ütopya düşüncesini bir kenara atalım mı? Konferans sürecinde tartıştığımız bu soru çerçevesinde benim umutsuz yaklaşımım hepimizi etkiliyor. Gündelik yaşamın romantikleştirilmesi, her aktörün kendi ütopyasını kente giydirmesi ve ütopyanın kapital üretiminin bir aracı hale gelmesi bizi farklı kentsel örneklere ve etkin toplulukların dayanışma pratiklerine yönlendiriyor. SoCo (Society for Community Organization) sivil inisiyatifi, anakara Çin’den gelen göçmen, yaklaşık 100 bin evsize yardım etmeye çalışıyor. Öğrenciler, kendileri bir zamanlar evsiz göçmen olan gönüllüler, sanatçılar ve akademisyenler ile birlikte çalışan SoCo “küp” evler denilen neredeyse bir yatağın ancak sığabildiği evlerde yaşayan insanlara yardım ediyorlar, iş bulmaya çalışıyor ve psikolojik destek olmaya çalışıyorlar. Diğer yandan iş bulmak umudu ile tüm gün Mong-Kok sokaklarında gezen göçmenler geceleri SoCo’nun sağladığı erkekler ve kadınların ayrı ikame ettiği yurtlar düzenlemişler. Yurdun bir odasında el hakaretleri ile anlaşmaya çalıştığımız, iş bulmak için Çin’den yeni gelmiş genç bir kız ile televizyonda bir beyaz dizi seyrediyoruz. Genç kız, sabah 6 ve aksam 6 arası yurtda kalamıyor, sadece geceleri ikame edebiliyor. Bir ay içinde iş bulamazsa Çin’e, kentler arasına sıkışmış köyüne dönmek zorunda. 1950’den bu yana anakara Çin ve Hong Kong arasında sınır kontrolü uygulanıyor. Hergün yüzelrece kişi iki tarafa çalışmak için geçiyor. Tampon kent Shenzen; ulaşım, güvenlik, inşaat ve sınırdaki kontrol noktaları ile kendi başına bir “sınır” ekonomisi yaratmış durumda. Kowloon ve Central gibi merkez tüketim semtlerinde, servis ekonomisinde iş bulmak üzere binlerce göçmen bu sınırı gelip gitmekte.

Kendi yaşadığımız kentler gibi Hong Kong farklı aktörlerin, göçmen işçilerinin, mimarların, devletin kendi tahayyül ettikleri birçok farklı ütopyaların birleşimi: Mong-Kok’da bir kişinin zor sığdığı mekanlarda yaşamaya çalışan evsizler; Central semtinden sıçrayan tampon emekler üzerindeki küresel yaşamın iştişamı; işlevini yitirmiş eski endüstriyel bölge Kowloon’un kütür ve sanat alanına dönüşümü için yarışan Foster ve Koolhaas gibib star mimarların hayalleri. Batılı kuratörler ve yatırımcılar ile gittikçe elitleşen ve kapitalistleşen Kowloon veya Central bölgelerinden kaçan alternatif sanatçılar ise Chai Wan veya Aberdeen gibi Hong Kong adasının güney ve doğu yakasındaki endüstriyel bölgelere, yerel mahallelere yerleşiyorlar. Hong Kong sanat fuarı ise küresel sanat pazarını (Deutche Bank ile birlikte) Shangai’ya karşı yarışırcasına bu kentde merkez kılmaya çalışıyor. Diğer yandan, Hong Kong kendi başına Çin’in esnek neoliberal ideolojik ütopyası. Bu duruma göre elimize kalan tek şey “kelepir bir ütopya” tahayyülü. Durumlar Istanbul’dan çok da farklı değil. İnsan hakları savunucusu Çinli şair Liu Xiabo hala tutuklu. Şair babası ile Mançurya’da sürgünde büyüyen sanatçı Ai Wei Wei’in tutuklanması ile ilgili olarak, 40 gün sonra, Çin hükümeti sanatçının vergi kaçırdığına dair bir açıklama yapıyor. Wei Wei için “Art Citizen” kollektifi diğer alternatif gruplar ve bir sendika ile birlikte düzenlediği, tüketimin her anlamda hortumlandığı Mong-Kok semtindeki sokak protestosuna katılıyorum. Wei Wei’in posterleri Mong-Kok’u çevreleyen tüm dükkan ve sokaklardaki reklam panoları ve tüketim nesneleri içinde yitmiş gitmiş durumda; Central’daki duvarlarda da graffitisi beliriyor: “Kim korkar Ai Wei Wei’den"

1 haziran 2010, P.Tan
(bir versiyonu, Express, Temmuz 2011)

No comments:

Post a Comment